TÜRKMEN’İN BÜYÜKLÜĞÜ
Son iki haftadır, Kuzey Afganistan’da Kunduz’dan Faryab’a kadar Türkmen nüfusun yoğun olduğu tüm kent ve kasabalarda halkımız ayakta, 50 gündür esaret altında tutulan elleri zincirli o masum çocuğun serbest bırakılmasını, onu kaçıran canilerden hesap sorulmasını, diğer bir deyişle adalet talep ediyorlar. Ama dikkat edin, gösteriler şu ana kadar sanki medeni bir ülkedeymiş gibi gayet barışçıl bir şekilde devam ediyor, halkın öfkesini ifade etmek için binlerce kişi meydanlara çıktığı halde hiçbir taşkınlık yaşanmıyor, işyerleri, devlet daireleri, araçlar yakılıp yıkılmıyor. Avrupa medeniyetinin beşiği Paris’te bile Sarı Yelekliler sokağa çıktığında binlerce işyeri yağmalanıp yüzlerce araç yakılıp yıkılırken veya ABD’de en ufak bir karışıklıkta halk dükkanları talan ederken, Afganistan’ın en geri kalmış halklarından biri sayılan Türkmenler iki hafadır meydanlarda oldukları halde ne kamu ne de özel hiçbir mala ve cana zarar vermeyerek büyük bir medeniyet dersi veriyorlar. Dikkatinizi çekmek isterim, gösterileri organize eden veya kalabalığı yönlendiren biri yok, halk bulundğu kent ve kasabada kendiliğinden organize olup harekete geçiyor. Organizatörü, başı, akıl vereni ve yönlendireni olmayan böyle bir kalabalığı kontrol altında tutmak, aslında hiç de kolay değil. Üstelik söz konusu olan, 50 gündür elleri zincirli tutulan 9 yaşında masum bir çocuk. Dini, ırkı ve dili ne olursa olsun, biraz vicdanı olan her insanın yüreğini burkacak, onu çıldırtacak bir görüntü. Nitekim Paris’te yaşayan Meksikalı arkadaşım Ivette Ceretti, çocuğun resmini gördüğünde, “bu, sadece Afganistan’ın değil, tüm insanlığın sorunudur, bana bilgi ve belge gönder, biz de organize olup protestonuza katılalım” diyor. Yani, elleri zincirli, gözleri bağlı 9 yaşındaki masum bir çocğun yürek paralayan görüntüsüyle sıradan bir sürü insanı kışkırtıp ortalığı yakıp yıkmak mümkün. Ama Alparslan’ın, Tuğrul ve Çağrı Beylerin torunları, Orhan ve Osman Gazi’nin evlatları, Emir Timur’un, Babür’ün yeğenleri olan bu soylu insanlar, adına medeni denen dünyaya parmak ısırtırcasına büyük bir olgunlukla hiç kimseye ve hiçbir şeye zarar vermeden hak ve adalet talep ediyorlar.Buna karşın, halkın can ve mal güvenliğini temin etmekle mükemmellef olan Mezari Şerif’in haysiyetsiz ve vicdansız polisi, kentin sokaklarında cirit atan çetelerin, mafya bozuntusu karanlık tiplerin peşine düşmesi gerekirken, hak ve adalet talep eden kadınlarımızın, genç kızlarımızın üzerine su sıkıyor. Oysa o polislerin kalplerinde zerre kadar vicdan olsa, valilik konağının kapısına dayanıp “sizde evlat yok mu, 50 gündür kan ağlıyorum, yavrumu bulun” diye inleyen Abdurrauf’un annesinin ayağına kapanıp, “anacığım affet bizi, görevimizi yapamadık, aldığımızı maaşı hak etmiyoruz”, diyerek özür dilemeleri gerekirdi. Türkmen’in “beyik akıldarı” Mahtumkulu Pıragi bir şiirinde, “Mahtumkulu, sözle her ne bilening / özünge kemlik bil aytman galanıng” diyor. Bizim de yaptığımız bu. Büyüklerimiz denilerek kendilerinden saygıyla söz edilen bir sürü insan gibi evinin konforunda sırtını yumuşak koltuklara yaslayıp, Afganistan’daki trajediyi acıklı bir film izler gibi derin bir sessizlikle seyretmek yerine yüreğimizdeki acıyı, öfkeyi ve hayal kırıklığını dile getirmek.