HAK VERİLMEZ, ALINIR !
Taliban sonrası Afganistan’da kurulan tüm hükümetlerde biz Türkmenler gayet uslu bir şekilde haklarımızın verilmesini, yönetimde, orduda, polis teşkilatında ve parlamentoda nüfusumuz oranında temsil edilmeyi bekledik. Elbette ilk yıllarda bize tek tük temsili makamlar verildi ama bunların hiçbiri, bizi tatmin eden türden mevkiler değildi. Ve sonraki yıllarda o temsili makamlar bile verilmez oldu. Diğer tüm yöneticiler gırtlaklarına kadar rüşvet ve yolsuzluğa bulaşmışken, bizim temiz kamlayı başaran tek tük yöneticilerimiz ödüllendirilmek bir yana aniden görevden alındılar. Mesela Cuzcan valisi Baymurad Goyunlu, zamanında UNAMA tarafından Afganistan’ın en temiz valisi seçildiği halde görev süresi bitmeden ve hiçbir gerekçe gösterilmeden işten uzaklaştırıldı. Aynı şekilde hac işleri bakanımız Fayz Muhammed Osmani de iki yıl önce, yurt dışında bir iş gezisindeyken Cumhurbaşkanı Gani’nin ani bir kararıyla görevden alındı. Oysa Osmani, Gani’nin belki de sicili temiz tek bakanıydı. Afgan medyası Gani’ye sicili temiz, işini iyi yapan bir bakanı durup dururken neden görevden aldınız, diye sormadığı gibi Afgan kamuoyu da bunu merak etmedi. Türkmenler olarak biz de buna ses çıkarmadık, yeni kabinede Türkmen bakan olmamasını da pek umursamadık ve bugünlere geldik. Herkesin bildiği bir hikaye vardır: bir zamanlar bir adamın horozu çalınmış. Adam oğluna horozu bul dese de oğlan pek ilgilenmemiş. Bir süre sonra adamın eşeği çalınmış. Baba yine oğluna horozu bul demiş, oğlan yine umursamamış. Bu kez oğlan ağlayarak gelmiş, baba kız kardeşimi kaçırdılar, diye. Baba yine, horozu bul deyince oğlan patlamış: “baba, kız kardeşimi kaçırdılar, namusumuzu kirlettiler, sen hala horozu bul diyorsun.” Baba yılların deneyimle, “benim saf oğlum, ilk horozumuz çalındığında horozu bulup çalanı da cezalandırsaydık, bütün bunlar başımıza gelmezdi”, demiş. Biz Türkmenlerin de durumu aynen horozu çalınan adamın durumu gibi. İlk haksızlıkta sesimizi çıkarsaydık, bugün evimizdeki minicik evlatlarımızı bile kaçıracak duruma gelmezlerdi. Bize kabinede bakanlık, elçilik verilmemesini, ömrünü orduya adamış komutanlarımızın sudan bahanelerle emekli edilmesini, polis teşkilatında yeterince memurumuzun olmamasını, Türkmen nüfusun yoğun olduğu bölgelerden başka milletlere mensup insanların milletvekili seçilmesini umursamadık. Toplantılarda Peşe-i, Aymak, Nuristani, Beluç gibi Afganistan’ın kıyıda köşede kalmış en küçük etnik gruplarının bile isimleri sayılırken Türkmen adının anılmamasını dert etmedik. Böyle olunca, devlet bizim varlığımızı tamamen unuttu. Devlet bizi umursamayınca bu kez diğerleri bize musallat oldu. Önce, kırsal bölgelerdeki insanlarımızın arazileri zorbalar tarafından gasp edildi, ardından polis, savaştan kaçıp şehrin eteklerine yerleşen insanlarımızın bin bir zahmetle kurduğu kerpiç evleri ve barakaları yakıp yıktı. En sonunda sıra, çocuklarımızı kaçırmaya geldi. 9 yaşındaki Abdurrauf, son birkaç ayda kaçırılan 40 kadar çocuktan biri, en sonuncusu. Öyle anlaşılıyor ki, artık yaklaşımımızı gözden geçirme zamanı geldi. Artık, haklarımızın verilmesi için uslu uslu oturup beklemeyeceğiz. Aksine, sesimizi yükselteceğiz ve Afganistan’ın beşinci etnik grubu olarak her alanda haklarımızı talep edeceğiz ve alacağız. Bunun için öncelikle aramızdaki irili ufaklı anlaşmazlıkları bir yana bırakıp tüm gücümüzü, enerjimizi tek çatı altında birleştirmemiz, tüm umutlarımızı ve çabalarımızı tek bir hedefe yönlendirmemiz gerekiyor. Tıpkı hedefine kilitlenen bir roket gibi. Aksakalından bıyığı henüz terlememiş yiğidine, hacı hocasından din adamına, dokturundan mühendisine, okumuşundan cahiline, hepimize görevler düşüyor. Bu görevleri hepimiz harfiyyen yerine getirirsek, önümüzde hiçbir engel kalmayacaktır. Bilge bir adamın dediği gibi, herkes kendi evinin önünü temizlerse, bütün şehir tertemiz olur.