FIRSAT KAÇIYOR
Afganistan’da sayıları 3-4 milyon arasında tahmin edilen Türkmen nüfusu son bir aydır milli bir kıyam, ulusal bir uyanış yaşıyor. Bunu tetikleyen de, iki ay önce fidye için kaçırılan dokuz yaşındaki bir çocuğun elleri kelepçeli, gözleri bağlı görüntüsünün insanlarda yarattığı infial. Ancak çocuğun kaçırılmasının üzerinden 70 gün, gösterilerin başlamasından beri bir ay geçtiği halde ne çocuğun kurtulacağına dair bir işaret, ne de Türkmenlerin uyanışını siyasi bir güce dönüştürmeye yönelik bir hazırlık var. Karmaşa, düzensizlik sürüyor.
Afgan makamları ikide bir “şunu yakaladık, bunu yakaladık” şeklinde açıklamalar yapıyor. Bu tür açıklamalar, cahil, cahil olduğu kadar saf insanlarımızda bir heyecan, dalgalanma yaratıyor. Nitekim 10 gün önce, Mezar-i Şerif’in yerli kabadayılarından Aktar Luççek’in oğlu yakalanıp sorgulanmak üzere Kâbil’e gönderildiğinde, kaçırılan çocuğun bir iki günde bulunacağına dair umutlar tavan yapmıştı. Ancak aradan bir hafta geçtikten sonra bu umutlar ve beklentiler, aşırı şişirilen bir topun içindeki basınca dayanamayıp patlaması gibi aniden söndü. 1990’lı yıllardaki içsavaşın en karanlık tiplerinden biri olan Peştun asıllı Aktar Lüççek, serseri, ipsiz, kopuk anlamına gelen soyadını tam anlamıyla hak ediyor. Nitekim son yıllarda, merkezi otoritenin zayıflığından yararlanarak, sayıları 15’i bulan oğulları ile birlikte fidyecilik işine başladı.
Yani fidye için adam kaçırmayı yeni bir iş kolu haline getirdi.Konumuza dönersek, son günlerde valilik binası önündeki Türkmen çadırı yeniden dolup taşmaya başladı ve yurt dışındaki Türkmenlerin içeridekilerle birlikte kurduğu whatsapp gruplarında ve diğer sosyal medya mecralarında çocuğun kurtarılması için en çok dile getirilen sözlerden biri, inşaallah ve maşaallah. Hiçbir somut öneri, fikir, görüş yok buna karşın bol bol dua,temenni ve Yüce Yaradan’a yakarma var.
İnsanların yarısı okur-yazar olmadığı, diğer yarısı da değişik alfabeler kullandığı için sadece sesli mesajla iletişim kurulan bu platformlarda ben de görüşlerimi sesli olarak dile getirdim ve sadece dua dilek ve temenni ile işlerin yürümeyeceğini, Allah’ın bize adına akıl dediğimiz bir şey verdiğini, bunu kullanıp –hükümetin oyalama taktikleri ile zaman kaybetmek yerine- bir sonraki adımı planlamamız gerektiğini belirttim. Gelen yanıtların çoğu, “yok, bekleyelim ve bol bol dua edelim” şeklindeydi. Afganistanlı Türkmenlerin şu an yaşadığı milli uyanış ve hareketlenme, uzun zamandır merkezi hükümetin bize karşı uyguladığı sistematik görmezden gelme, umarsamama, adam yerine koymama politikasına karşı duyulan bir öfkenin tezahüründen başka bir şey değil.
Yoksa, bütün bu patırtı sadede dokuz yaşındaki masum bir çocuğun kaçırılışına bir tepki değil, aksine yıllardır birikmiş olan kırgınlığın, öfkenin ve hayal kırıklığının dışa vurumu. Öyleyse bu haklı öfke ve tepkiyi organize edip siyasi bir güce dönüştürmek gerekiyor. Benim naçizane önerilerim şunlar:Hükümet iki aydır kaçırılan çocuğu bulmaya çalışıyor, ama ortada bir sonuç yok. Hatta Afgan makamlarının bu konudaki samimiyeti konusunda kafalarda ciddi şüpheler oluştu. Bu şüpheyi gidermek için öncelikle resmi tahkikat timine Türkmen asıllı emekli polis şefleri veya ordu komutanlarından bir iki kişiyi dahil etmek gerekiyor.
Böylece biz de neler olup bittiğinden emin olabiliriz. Kabil’deki eski siyasetçilerin çoğu gözden düştüğüne ve halkımızın güvenini kaybettiğine göre Kunduz’dan Herat’a kadar Türkmen nüfuslu tüm bölgelerden 25-30 kadar güvenilir, eğitimli, iş bilen, sadık ve dürüst temsilci seçilmeli, bunlar Kabil’deki merkezi hükümetle Türkmen hakları konusunda görüşmelere başlamalıdır. Yoğun Türkmen nüfuslu dört il Kunduz, Belh, Cavzcan ve Faryab illerinde ya vali ya da emniyet müdürü, Türkmen nüfuslu ilçelerde de kaymakam ve emniyet müdürü Türkmen asıllı olmalıdır. Kendi bölgemizde yerel yönetime aktif olarak dahil olursak, bir daha başımıza Abdurrauf olayı gibi bir facia kolay kolay gelmez, gelse de hemen icabına bakabiliriz. Kabinede bakanlık ve büyükelçilik gibi görevler için de hakkımız olanı talep etmeli ve almalıyız. Türkmen halkı adına devlette görev alacak insanlar, işin ehli, eğitimli, deneyimli ve kendini halka hizmete adamış kişiler arasından seçilmeli, sadece dört tane aksakalın ve yaşulunun sözüne bakılmamalıdır. Zira, halkımızın artık zaten kıt olan Türkmen kontenjanındaki koltukları işe yaramaz, bilgisiz ve sadece kendi cebini düşünen muhteris insanlara kaptırma lüksü ve tahammülü yoktur.Bütün bunları yapabilmek için tüm Türkmen örgütlerini ve derneklerini tek çatı altında toplayıp siyasi bir yapıya dönüştürmeliyiz. Bu görüşlerimi dahil olduğum bir sürü sosyal medya platformunda dile getirdim. Aldığım cevap, “önce çocuğu kurtaralım, o işlere sonra bakarız”, şeklindeydi. Çocuk kurtulduktan sonra, (ki henüz ne olacağını bilmiyoruz ama umutlarımızı da kaybetmiş değiliz) büyük ihtimalle çadır kaldırılacak ve uzak köylerden gelen umut dolu insanlar, bir futbol maçı sonrası dağılan kalabalik gibi evlerine geri dönecek. Heyecan sönecek ve ikinci bir faciaya kadar başımızı kuma gömmeye devam edeceğiz. Diğer bir deyişle, pisliği önümüze çıktığı anda temizleyip çöplüğe atmak yerine, -ileride tekrar karşımıza çıkması için- halının altına süpüreceğiz. Oysa demir tavında dövülür demiş atalarımız. Ya da Türkmence deyimle “tamdır gızıp duran vagtı nan yapmak gerek.” Şu an heyecanlar ve umutlar doruktayken iş yapma, birleşme ve siyasi bir güce dönüşme zamanı. Sonra geç olur ve bu heyecanı ve uyanışı bir daha bulamayabiliriz. Benden söylemesi.