KIŞ NE KADAR UZUNSA DA ARKASI BAHARDIR!
Afganistan’ın gündemi öylesine yoğun ve sorunlar o kadar can alıcı ve yürek yakıcı ki, dört noktada yolları kesen Türkmenlerin gösterileri ana akım medyanın haberlerinde yer almıyor bile. Öncelikle İran sınırındaki Islamkale Gümrükkapısı’nda yüzlerce TIR’ın yanıp kül olduğu büyük yangın, ardından Hikmetyar’ın, yandaşları hapisten salıverilmediği takdirde Cumhurbaşkanlığı köşkünü basma tehdidi, Nato’nun Afganistan’daki görev süresini uzatma kararı ve bunun Afgan barışına olan muhtemel olumsuz etkileri… Neyse, biz konumuza dönelim: üçü kadın on biri erkek 14 kişilik Türkmen heyeti şu anda Kabil’de Afgan Güvenlik Konseyi’nde Cumhurbaşkanı milli güvenlik danışmanı ve diğer üst düzey yetkililerle görüşmeler yapıyor.
Bu görüşmelerden de bir sonuç çıkacağını sanmıyorum. Kaçırılan çocuğu dört aydır kurtaramayan hükümet, ikide bir bizimkilerle görüşmeler yaparak oyalama taktiği uyguluyor.Oysa, biz herhangi bir siyasi taraf mıyız veya hükümetten siyasi talepleri olan Taliban gibi bir örgüt müyüz ki Afgan hükümeti habire bizimkilerle üst düzey görüşmeler yapıyor? Tek istediğimiz; 4 aydır esir tutulan 9 yaşındaki masum yavrumuzun kurtarılması. Hükümetin yapacağı şey, böylesine sıradan bir görevi bile yerine getiremeyen valiyi ve emniyet müdürünü görevden alıp yerine daha yetenekli, işi bilen insanları atamak. Onu da yapamıyorsa ve biraz da onur ve utanma duygusu varsa, istifa etmek.
Oysa Afganistan’da farklı bir durum var: hükümet, Tacik ve Peştun olmak üzere iki kanada bölünmüş durumda ve birbirleriyle anlaşamıyorlar, kıyasıya rekabet içindeler. Biliyorsunuz, bir ay önce Afgan Cumhurbaşkanı birinci yardımcısı Tacik asıllı Emrullah Salih bizimkileri çağırıp çocuğu kurtarmak için iki haftalık süre istemişti. Bizimkiler de, devletin ikinci adamı bizi bizzat çağırıp söz veriyorsa ve süre istiyorsa, bu iş çözülür ve çocuğumuz yakında özgürlüğüne kavuşur, diye umutlanmıştı. Süre bitti ve hiçbir şey olmayınca, bu kez Cumhurbaşkanı milli güvenlik danışmanı Peştun asıllı Muhibullah Muhib bizimkileri çağırdı ve şu an Kabil’de görüşmeler sürüyor. Alttan üste her seviyedeki Afgan makamları, dört aydır rehin tutulan bir çocuğu nasıl kurtaramadıklarını açıkça ve basitçe ifade etmek yerine, bin dereden su getirerek şu kadar operasyon yaptık, yaklaştık, yerini tespit etmek üzereyiz gibi ipe sapa gelmez şeyler söylüyorlar. Bana göre, olayın açıklaması basit : Mezari Şerif, birbirine rakip iki mafyanın denetimi altında, ikisi de üstü kapalı bir savaş ve çatışma halinde.
Bir tarafta hükümetin Tacik kanadının desteklediği eski vali Üstad Ata, diğer tarafında ise Cumhurbaşkanı Gani’nin desteklediği Peştun çete reisi Akhtar Lüççek yer alıyor. Ve bizim kaçırılan çocuk da iki çete tarafından bir koz ve pazarlık olarak kullanılıyor.Hükümet, hem çetelere gücü yetmediği hem de çetelerden birini el altından desteklediği için onların üstüne (gerektiği gibi) gidemiyor. Olansa, seslerini duyurmak için 120 gündür -5 derece soğukta çadırda geceleyen bizimkilere oluyor. Olayın çözülmesi için hükümetin iki çetenin de üstüne gitmesi ve kenti çetelerden ve mafya bozuntularından temizlemesi gerekiyor. Yoksa, Abdurrauf kurtulsa bile, bir süre sonra yine bir başka çocuk kaçırılacak ve olay sürüp gidecek.
Bu arada dört noktada yolları kesen bizim Türkmenler son derece insani bir tutum sergiliyorlar: meyve, sebze, et taşıyan kamyonlara günün belli saatlerinde geçiş izni vererek, bu malların bozulmasını ve halkın zarar görmesini önlemeye çalışıyorlar. Bizim canımız yandı ama bizim yüzümüzden kimsenin canı ve malı yanmasın diyorlar. Üstü başı dökülen nur yüzlü bir ihtiyar Türkmen bir deri bir kemik haline bakmaksızın sırtında bir çuval ekmekle Hayratan bölgesinde yolu kesen göstericilere gidiyor. Muhabir, kaç yaşındasın ve nereye gidiyorsun amca diye soruyor. Adam, 74 yaşında olduğunu ve göstericilere ekmek götürdüğünü söylüyor.
Elimden fazla bir şey gelmez ama en azından o masum yavrunun kurtulması için soğukta nöbet tutan yiğitlerimize sıcak ekmek götürebilirim, diyor. Bir Türkmen olarak insanı gururlandıran yüzlerce sahneden biri daha…. Üzüntüden gözünün feri sönmüş Abdurrauf’un yaralı annesi, her akşam yatağa başımı koyarken yavrumun yattığı yere bakıyorum, boş olduğunu görünce nefesim darılıyor, boğulacak gibi oluyorum, diyor.
Bu da, insanı kahreden sahnelerden biri. Kış ne kadar uzun olursa olsun arkası bahardır demişler. Gece ne kadar karanlık da olsa ertesi aydınlıktır. Öyleyse, şu anki üzüntülerimiz ne kadar kahredici, yaralarımız ne kadar vahim ve acılarımız ne kadar derin olursa olsun, hepsi geçecektir. Ne demiş atalarımız; sabreden derviş, muradına ermiş. İnşallah biz de muradımıza ereceğiz. Hem de çok yakında.