NEVRUZ VE MEZAR-İ ŞERİF, BİZİM ESERİMİZDİR !
Geçen Pazar günü, başta İran ve Afganistan olmak üzere hicri-şemsi takvimini kullanan birçok ülke ve halk için yıl başı olmanın yanı sıra yeni bir asrın başlangıcıdır.
1399 veya 2020 yılı, Korona salgınından dolayı tüm dünya için çok zor geçti. 1399 yılı, özellikle biz Afgan Türkmenleri için pek çok dertle dolu bir yıl oldu. Her zorluğun arkasından rahatlama geldiği gibi 1400 yılı da umarım yeni başlangıçların, pek çok umudun, arzunun ve beklentinin gerçekleştiği bir yıl olur.
Yılın ilk gününe Farsçada yeni gün anlamına gelen Nevruz dendiğini artık herkes biliyor. Afganistan’da büyük etkinliklerle kutlanan Nevruz Bayramı’nın merkezi ve odak noktası, Mezar-i Şerif kentidir. Hem Nevruz’un hem de Mezar-i Şerif kentinin, Türkmenlerin eseri olduğunu söylesem, pek çok kişi inanmakta zorlanabilir. Ama inanın, anlatınca herkes anlayacak ve hak verecektir. Rivayete göre, Abbasiler döneminde Horasanlı komutan Ebu Müslim Horasani, dördüncü halife Hz. Ali’nin naaşını –İslam düşmanlarının şerrinden korumak için gizlice Necef’ten alıp o zamanki İslam imparatorluğunun en uzak köşesi olan Belh kentine getirip gizlice defneder.
Bir zarar gelmemesi için ilk başlarda mezarın yeri gizli tutulur ve zamanla mezar unutulmaya yüz tutar. 1150 yılında Büyük Selçuklu hükümdarı sultan Sancar, bir tesadüf sonucu mezardan haberdar olur. Hemen mezarın yerini buldurup orayı büyük bir türbeye çevirtir. Anıt mezar için en iyi çiniler ve mermeler kullanılır. Böylece bugünkü görkemli yapı oluşur. Selçuklular, türbenin bakımına, temizliğine büyük özen gösterir, türbede sürekli Kur’an okuyacak mollalar ve binanın bakımı ve korunması için bekçiler görevlendirir.
Ne de olsa bu yapı, Horasan toprağını, Selçuklu mülkünü şereflendiren dördüncü halife Hz. Ali’nin mezarıdır. Anıt mezarın dikilmesinden sonra burası kutsal mezar anlamına gelen Mezar-i Şerif adıyla anılmaya başlar. İnsanlar akın akın gelip türbenin çevresine yerleşmeye başlar. Ziyaretçilerin yoğunluğundan dolayı türbenin çevresi kısa sürede bir kente dönüşür. Böylece Mezar-i Şerif kenti giderek büyürken, tarihi Belh şehri küçük bir kasabaya dönüşür. Zaten bugün de Belh kenti, aynı ismi taşıyan ilin bir ilçesidir, Mezari Şerif ise, Belh ilinin merkezi ve yerel başkentidir.
Yanlış anlaşılmaması için hemen belirtelim; Horasan’ın tarihi kentlerinden biri olan Belh, Selçuklulardan çok önce de mevcuttur. Selçuklular, bugün Belh ilinin merkezi olan Mezar-i Şerif kentinin bu hale gelmesini sağlamıştır. Nevruz’a gelince; Nevruz da çok uzun zamandan beri, hatta İslamiyet öncesinden beri bahar bayramı olarak kutlanmaktadır. Ancak zamanı hep farklılık gösterir. Kimi iddialara göre, eski bahar bayramı, bugünkü Nevruz’dan yaklaşık 40 gün önce kutlanıyordu.
1072’de Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah, büyük astronom, matematikçi Ömer Hayyam’dan, yeni yıl dönümünü daha kesin bir şekilde belirleyen bir takvim hazırlamasını ister. Hayyam aylar süren çalışmalar sonunda 21 Martı, yeni yıldönümü ve yeni yılın ilk günü olarak belirler. Oluşturduğu takvimi de Melikşah’a ithaf eder. O andan itibaren 21 Mart, Nevruz bayramı veya hicri-şemsi takviminin ilk günü olarak kutlanmaya başlar. Gördüğünüz gibi, hem Nevruz hem de onunla yakından bağlantılı Mezar-i Şerif kenti, Selçuklu hükümdarlarının çabaları sonucu ortaya çıkmıştır.
İlginçtir, Mezari Şerif kenti Türkmenlerin eseri olmasına karşın, bugün bu ilde nüfusun yaklaşık %40’ını oluşturan Selçuklu torunu Türkmenler itilip kakılmakta, çocukları fidye için kaçırılmakta ve öldürülmektedir. Selçuklular, Kaşgar’dan Şam ve Kahire’ye kadar geniş bir coğrafyayı 250 yıl boyunca idare edip pek çok kent kurarken ve bu kentlerde binlerce okul, medrese, kervansaray, çeşme, köprü yaparken, onların torunu olan bizler bugün, atalarımızın kurduğu bir şehirde itilip kakılmaktayız. Bugün Melikşah veya Sultan Sancar mezarlarından kalkıp Mezar-i Şerif’e gelseydi, ya beceriksizliğimize ve acizliğimize kızıp bizi bir güzel dayaktan geçirirdi, ya da bizi ezen, haklarımızı gasp eden, çocuklarımızı kaçıran soysuzların soyunu kuruturdu.