ÇOLUK (çoban yardımcısı)
Akşam oluyordu yavaş yavaş. Daha iki hafta vardı kışın tam olarak gelmesine ama yine de soğuk rüzgâr, çöl çobanlarının yüzlerini adeta tokatlıyordu. Durdi ve babası ağılın kamışlarını sıkıştırıyordu.
Durdi göğe bakarak “Baba, gökyüzü olabildiğince saf ve duruyken neden ‘Fırtına kopacak’ dedin?”
Babası halen çitin sağlamlığı için uğraşırken işten elini çekti ve o da gökyüzüne bakarak “Neden mi oğlum? İşte o beyaz bulutlar sakin gibi gözükse de kuşlardan belli oluyor. Kuşlar çığlık atarak buradan göçüyorlarsa bu, havanın yağmurlu ve fırtınalı olacağının sinyalidir.”
Sonra tüylü börkünü (başına? ) yerleştirip “Yağmur yağmasa da mutlaka kuvvetli rüzgâr olacaktır.” dedi.
“Her hâlükârda biz işimizi sağlam yapalım ağıl muhkem olsun ki koyunlar gök gürültülüsünden, yıldırımdan korkup çitten atlayıp kaçmasınlar.”
Durdi de babasına özenip gökyüzünün derinliklerine bakarken birden babasına dönüp
“Baba! baba!
Bize doğru gelen var.
Bir atlı…”
Babası işini bırakıp çadıra gitti. Biraz sonra atlı da yaklaştı. Gelen obadaşı Bayram’dı.
“Selamün aleyküm!”
“Aleyküm selam Bayram!
Ne iyi ettin de geldin, hoş geldin. İn aşağıya!”
Bayram attan inmedi.
“Yok gitmem gerek, sana bir haberim var.”
“Hayırdır inşallah Bayram, söylesene ne oldu?”
“Bir şey yok fakat…fakat…”
Durdi’nin babası tedirgin bir hâlde, “Söylesene be adam! Meraktan çatlatacak mısın? Ne olmuş?”
Bayram atından aşağı biraz eğilerek, “Küçük oğlun Geldi, biraz hastalanmış annesi bir an önce haber vermemi istedi.” dedi. Durdiyle babası aynı anda “Ne olmuş ona? Neyi varmış?
Durumu ağır mı?” diye sordular. Bayram, kuru bir tebessümle “Yok, birazcık ateşi varmış, o kadar
ama annesi tasa ediyor.” dedi. Babası Durdi’ye bir şey diyecekti ama şaşakalmıştı.
Sonra Bayram’a dönerek, “Kötü bir tesadüf oldu! Böyle kötü bir hava koşulunda koyunları bırakıp nasıl gidebilirim ki?! Ne yapacağım ben şimdi?!” derken
Bayram, “Ne merak ediyorsun! Durdi artık çoluk (çoban yardımcısı) değil, çoban olmuş bile.” dedi.
Durdi de, “Sen merak etme baba. Gayrı ben on üç yaşındayım, işin üstesinden gelebilirim. Geldi’nin durumu kötü olabilir, annem de tek başına ne yapacağını bilemez. Siz Bayram amcayla gidin.” dedi.
Baba ne yapacağını bilmiyordu ancak Durdi’nin ısrar etmesiyle kabul etti. “Tamam oğlum ama kendine de koyunlara da çok dikkat et, biliyorsun ki onların çoğu başkalarının bize emaneti. Allah korusun bir şey olursa telafi etmek mecburiyetinde kalırız.” Durdi, “Tamam baba, biliyorum. Gönlünüz rahat olsun, ben ve köpeğim Karagöz işin üstesinden geliriz evellAllah.”
Karagöz de sanki Durdi’nin sözlerini anlamışcasına kuyruğunu oynatıyordu.
Baba atını öne çekti ve gitmek için hazırlandı.
Ata binmeden gözlerini göğe dikti, gördü ki çoktan gökyüzüne kara bulutlar dolmaya başlamış bile…
“Oğlum, güçlü ol!” dedi.
Durdi de gökyüzüne bakarak “Tamam, merak etme.” diyerek başını sallayıp, “Allah yardımcın olsun.” dedi.
Baba atını köye doğru koşturmaya başladı ve uzaklaştı. Durdi, köpekleri göz kulak olsun diye koyunların başında bıraktı. Karagöz köpeklerin arasında en zeki, en cesur ve en büyük olanıydı. Durdi onun tam karşısına geçip, “Bak oğlum, bu gece dört gözle bekçilik yapacağız. Sen de uyanık olasın! Bu gece fırtına olabilir. Koyunlar yemlerini bitirdikten sonra bir an önce ağıla yerleştirelim.” dedikten sonra akşam yemeğini hazırlayıp yemek için çadırana gitti. Kendi kendine, “Bu gece uyumamalıyım. Gayrı babama çoluk değil de tam bir çoban olduğumu isbat etmeliyim.”
Ocak hazır olsa bile Durdi’nin yemek pişirecek hâli yoktu. Kalın elbise ve yapıncasını (bunu açıklamak iyi olur) aldı. Lazım olduğunda hemen hazır olsun, diye ocağın kenarına çokça odun bıraktı. Çadırdan dışarı çıktı, hava kararmıştı ve rüzgâr da sertçe esiyordu. Durdi lambayı yaktı ve köpeği Karagözle birlikte koyunlara göz gezdirdi. Koyunlar yemlerini bitirmişti ve her zamanki gibi birbirine yaslanıp yatıyorlardı. Lambayı sert bir kamışa astı sonra dışarıda kalan koyunları Karagöz’ün yardımıyla ağıla yerleştirdiler. Gayrı koyunları korumaya aldıktan sonra içi rahat etmişti.
Çadırına döndü. İki tane yumurtayı alıp pişirmeye başladı, o anda köpeklerin havlamasıyla fırtınanın korkunç sesini duydu. Yemekten vazgeçti ve çadırdan çıktı. Lambayı kaldırdı, yukarıya baktı. Gökyüzünü kara bulutlar sarmıştı. Yani babasının dediği fırtına kopmuştu bile. Yıldırım ışığı etrafa aydınlık saçıyordu adeta.
Durdi ağıla gitti. Bütün dikkatiyle koyunlara bakıyordu. Aniden öyle şiddetli bir yıldırımla gök gürültüsü koptu ki koyunlar korkudan ağılın çıkışına doğru hücum ettiler ancak kapının ve ağılın kamışlarının sağlam olmasından dolayı dışarı çıkamadılar.
Durdi koşarak ağılın her yerine baktı.
Ağıl sağlamlığını koruyordu. Durdi içinden çok şükür diye mırıldandı.
Gök gürültüsünün, köpeklerin ve koyunların sesi birbirine karışmıştı.
Durdi korkmamaya çalışıyordu. Karagöz yanında bekliyordu,
Durdi Karagöz’e, “Kapının girişinde bekle. Kapıya bir şey olsa da koyunlar çıkamasın!” diye eliyle işaret etti. Biraz sonra gök delinmişçesine sel gibi yağmur yağmaya başladı. Durdi tüylü börkünü giydi ve kendisi de ağılın girişinde beklemeye başladı. Yağmur ve fırtına gitgide şiddetleniyor ve soğukluk da artıyordu. Çok üşümüştü dişlerini tutamıyordu. Ürkmüş koyunlar korkudan ağılın kamıştan örülen duvarına çarpıyordu. Ağılın her an yıkılma ihtimali vardı.
Karagöz ve öbür köpekler bir şey olursa önlemek için dört yönde nöbet tutuyordu. Tam o sırada çadırdan korkunç bir ses yükseldi. Durdi korku içinde koşarak çadıra doğru koştu, çadırın kapısı açılmış ve ocağın odu sönmüştü.
Durdi’nin korkusu daha da arttı. Çadırın kapısını kapattı, odunları ocağa attı. Ne yapıp edip ocağın ateşini tekrar yakmayı başardı. Elleri soğuktan hissini kaybetmişti. Biraz ısındıktan sonra ellerini hissetmeye başladı.
Ateş de yandıktan sonra dışarı çıktı ve kapıyı iyice kapattı. Uzaktan köpeğin sesini duydu. Dikkat edince anladı ki Karagöz’ün sesi. Durdi heyecanla ağıla doğru koştu, ağılın bir tarafı yıkılmış ve oradan da birkaç koyun dışarı kaçmıştı, Karagöz’ün kaçan koyunların peşinden gittiğini anladı.
Durdi ne yapacağını bilemeden her yöne bakıyordu. Geri kalan koyunların kaçmaması için ağılın yıkılmış kısmını onarmalıydı. Çadırın arka kısmındaki yeni kamışlardan koparıp ağılı onarırken bir yandan köpeklere de koyunlara göz kulak olması için bağırıyordu. Köpekler de sanki onu anlıyormuş gibi çaba içindeydiler. Durdi ağılı onardıktan sonra lambayı koyduğu kamışın üzerinden aldı ve tekrar köpeklere dikkatli olmasını tembih etti. Kendisi ürküp kaçan koyunların peşinden gitti çünkü biliyordu Karagöz tek başına koyunların üstesinden gelemeyecekti.
Karagöz’ün sesine doğru yolu kaybetmemek için
bazen yürüyordu bazen de koşuyordu. Ses çok uzaklardan geliyordu artık. O kadar soğuktu ki adeta elini yüzünü kesiyordu rüzgâr. Elleri soğuktan hiçbir şey hissetmez hâle gelmişti.
O yüzden ellerini sırasıyla cebine sokuyor ve ısıtıyordu. Gayrı Karagöz’ün de sesi duyuluyordu.
Yağmur koyunların izini silmişti, durduğu yerden sesinin yettiği kadar, “Karagözzz Karagözzz!” diye bağırmaya başladı.
Maalesef yağmurun ve gök gürültüsünün sesinden başka bir ses duyulmuyordu. Gecenin karanlığından ve yağmurun şiddetin usanmıştı Durdi.
Kendi kendine “ya Rabb’im! Şimdi ben ne yapayım! Emanet koyunları bulamazsam yarın sahiplerine ne diyeceğim?!”
Bir taraftan da koyunları soğuk çarpar diye endişe ediyordu. Yüzünü yukarıya dikti, yağmur yüzüne tokat gibi vurdu. Elleriyle yüzünü sildi, ellerini hâlen hissetmiyordu. Soğuktan kontrolünü yitirmiş dişlerinin sesi kulağına hoş gelmiyordu. İstese de çenesini tutamaz hâle gelmişti.
Durdi, “Ya Rabbi sen yardım et! Sen merhamet eyle! Sen bizi utandıma!”
“Allah’ım yardım et! Bir an önce koyunları bulabileyim…”
Tekrar sesinin yettiği kadar Karagöz’e seslendi; “Karagöz!.. Karagöz!..”
Sesi yağmur ve fırtınayla karışıp kayboldu. Çaresizlikten ne yapacağını ve hangi istikamete gideceğini bilmiyordu.
“Yok Baba! Ben daha gerçek çoban olamamışım hatta iyi bir çoluk (çoban yardımcısı) dahi değilim. Güçlü de değilim. Eğer olsaydım koyunların kaçmasına mahal vermezdim. Çadırın kapısını rüzgârın açamayacağı kadar sağlam kapatmalıydım.
Eğer o açılmasaydı koyunların kaçmasına asla müsaade etmezdim.”
Biraz sonra kendi teselli etti; “Yok! Umudumu kaybetmemeliyim.”
Tekrar, “Karagöz!” diye bağırdı. Bu defa uzaktan kulağına bir ses geldi. Karagöz çok uzakta havlıyordu. Durdi sesin geldiği yöne doğru yola koyuldu. O kadar sevinmişti ki yorgunluğunu unutmuştu. Koşabildiği kadar koşuyordu bazen heyecandan ayağı kayıp düşse de tekrar kalkıp koşmaya devam ediyordu. Üstü başı çamur olmuştu ama artık yaklaşmıştı. Biraz ileride Karagöz’ü gördü, koyunların etrafında ürüp kelebek gibi dönüyordu.
Köpek, Durdi’yi görünce ürmeyi bırakıp Durdi’nin ayağına yaslandı.
Durdi Karagöz’e sarıldı ve teşekkür etti. Baktı ki koyunların iki tanesi uzanmış yatıyor, öbürleri de onların etrafında toplanmış duruyordu.
Durdi yatanları kaldırmaya çalıştı ama hayvanların kalkabilecek mecali kalmamıştı. Ne kadar uğraşsa da olmadı. Düşündü, eğer onlar için zaman kaybederse başkalarının telef olma ihtimali var, o yüzden iki koyunu bırakıp başkalarını ağıla doğru sürdü. Çok zor da olsa Karagöz’ün yardımıyla koyunları ağıla yetiştirdi. Şansına ağılın çitleri de kırılmamıştı ve bu defa öbür köpekler de etrafında nöbetteydi. Soğuktan etkilenmiş olanları koyunların arasına yerleştirdi. Kendisi de fırtınanın geçmesini bekledi.
Karagöz siyah ve berrak gözlerini Durdi’ye dikmiş bakıyordu, Durdi onun ne hissettiğini anladı.
Ona içten bir tebessümle, “Aferin benim vefalı ve cesur köpeğime, sen işini güzel yaptın. Şimdi ben sadece o mecalsiz kalan iki koyunu merak ediyorum, dedi.
Fırtına sakinleyince onların da peşinden beraber gideceğiz.”
Soğuktan hissiz kalmış ellerine ısıtmaya çalıştı. Gayrı fırtınanın eski şiddeti de kalmamıştı ama yine soğuğun etkisi aynıydı. O yüzden Durdi rüzgârdan korunmak için kendini çitin bir köşesine aldı. Fırtına kopalı ne kadar zaman olduğunu bilmiyordu ve hâlâ yağmur yağıyordu.
Koyunlar da ağılın içinde birbirine yaslanarak yatıyordu ve köpekler de çitin girişinde ayakta bekliyorlardı.
Durdi’nin aklı hâlâ o geri kalan iki koyunda.
Şimdi fırtına geçmişti gayrı o iki koyunun peşinden gitmeliydi.
Islanmış elbiselerini kurutmak için çadıra gitti. Elbiselerini çıkardı ve ocağın üzerindeki ipe astı. Sonra ocağın yakınında oturdu ve soğuktan kendini bilmeyen ellerini ısıtmaya çalıştı. Başta elleri acıdı ama tahammül etmeye mecburdu. Biraz oturduktan sonra içi ısındı. Yorgunluktan oturduğu yerde uyuya kaldı. Birden Karagöz’ün sesine sıçrayarak uyandı. Gözlerini açınca ocağın yanında uyuyakaldığını anladı. Aceleyle giyindi ve dışarı çıktı. Artık hava açılmış, sakindi. Ne yağmur ne fırtına kalmıştı. Hızlıca ağıla vardı, koyunlar sapasağlam ayakta duruyordu. Çadıra geri döndü, çarığını giydi ve geri kalan koyunların peşinden gitmeye hazırlandı. Birden at sesine benzer bir ses duydu. Sese doğru baktı.
Babasıydı, dört nala atını koşturarak geliyordu. Baba aceleyle attan indi ve Durdi’yi bağrına bastı.
Sonra onun gözlerine bakarak, “İyi misin oğlum? Bir şeyin yok değil mi? Koyunlar, koyunlar nasıl? Sağlam mı?”
Durdi hafifçe öskürerek biraz da utanç duygusuyla, “Fırtına çok ağırdı, birçok koyun ürküp kaçtı onlardan iki tanesini getiremedim. Çok uğraştım,
fırtınadan sonra getirecektim ama ocağın başında uyuyakalmışım.”
Baba atına binerken “Nerede onlar?” diye sordu. Durdi kalan koyunların yerini söyledi ve “Ben de gelmek istiyorum, dedi.
Belki siz bulamazsınız.”
Baba kabul etti birlikte yola koyuldular. Atla çok hızlı yetiştiler koyunların bulunduğu yere. Baba attan indi elleriyle koyunların bedenine dokundu. Üzüntüyle Durdi’ye baktı. “Ölmüş, telef olmuş her ikisi de.” dedi. Durdi üzüntüden ağlamaya başladı.
Babası onu bağrına basarak “Ağlama oğlum, dedi. Niye ağlıyorsun.”
Durdi, “Bana emanet ettiklerine sahip çıkamadım.” dedi.
Baba gülümseyerek, “Yok! Sen gerçekten işin üstesinden gelmişsin, dedi. Geçen akşam yağmur ve fırtına o kadar şiddetliydi ki ben koyunların yarıdan fazlasını kaybettik diye düşündüm. Ama senin cesaretin ve çaban koyunların sağlam kalmasını sağladı, gerçekten iyi iş çıkardın.
İki koyunun bunca koyunun içinde ölmesi doğal. Akşamki vahim hâlden koyun sahipleri zaten anlayacaktır. Sen dert etme. Şimdi sen git, çadırdan küreği getir koyunları naaşını defnedelim.” dedi. Durdi, atın başını çadıra doğru döndürdü ama gitmeden önce küçük kardeşi Geldi’yi sordu. Babası gülümseyerek Geldi’nin durumu gerçekten iyi. Korkacak bir şeyi yokmuş zaten, dedi.
Karın ağrısından dolayı ilçe sağlık merkezine götürmeye mecbur kaldık. Doktor beyin söylediğine göre karın ağrısının sebebi düzensiz ve çok fazla yemesiymiş.” diye güldü.
Durdi yene koyunların naaşına baktı, babası onun ne hissettiğini anladı ve tekrar onu teselli etmek için, “Sen artık gerçek bir çoban olmuşsun. Sen güçlüsün.” dedi.
Yazar: Abdurrahman Ownuk
Çevirmen: Hayrullah Çalış Muradi